TÜRK TUTKUSU: SAHNEDE EGZOTİZM

Gökhan Yesari

“Krallar, prensler, Karun, dünyanın en kudretli, en talihli insanları, işte o an size acıdım; gemideki yerim sizin bütün hazinelerinize bedeldi ve İstanbul’a bir bakışımı bir imparatorluğa değişmezdim. Sarayburnu’ndan geçiyoruz, ışığa kesmiş devasa bir alan, renklerden ve nesnelerden oluşan bir enginlik görüyor gibi oluyorum ve işte burnu döndük… İşte İstanbul! Muazzam, mağrur, muhteşem İstanbul! Yaradan’a şükürler olsun, yaratılmışa da! Böylesine bir güzelliği hayal etmemiştim doğrusu!” (İstanbul, Edmondo de Amicis)

Ünlü İtalyan yazar Edmondo de Amicis, 1878 senesinin İstanbul şehrini geminin güvertesinden ilk gördüğünde böylesine derin bir coşku yaşamıştı. Geçmişte bu şehirden yolu geçen Batılı seyyahların İstanbul’a ayak bastıklarında aşağı yukarı aynı şeyleri hissettiği bilinen bir gerçektir. Pertusier’nin dili dolanmış, Tournefort dilin aciz kaldığını söylemiş, Pouqueville başka bir âlemde olduğunu sanmıştır. La Croix mest olmuş, Vikont Marcellus kendinden geçmiş, Lamartine Tanrı’ya şükretmiş, Gautier gördüklerinden şüpheye düştüğünü belirtmiştir.

İki kıta ve kültürlerin kesişme noktasındaki bu kadim şehirde, tüm bu kişileri çeken ve aynı duygu durumuna sokan şey neydi? Bunu ortaya koyabilmek için Edward Said’in ifadesiyle Batı’nın, “bir karşıt imge, kimlik ve deneyim olarak” tanımlanmasını sağlayan Doğu ile olan ilişkisini ortaya koymak gerekecektir.

Roma İmparatorluğu döneminde, Roma şehri dünyanın merkezi kabul edilir ve batısına “Occident”, doğusuna da Latincede “güneşin doğduğu yer, yön” anlamına gelen “Oriens” denirdi. Fransızcadaki “Orient” kelimesinin kökeni de olan bu sonuncu kelimeden daha sonraları “Oryantalizm” kavramı doğacaktır. İlk Orta Çağ ansiklopedisti sayılan Sevillalı İsidor’un 7. yüzyıldaki ünlü Cennet Doğu’da bir yerdedir” sözü de aslında 11-13. yüzyıllar arasında iki yüz yıllık bir döneme yayılacak olan Haçlı Seferleri’nin, gizli bir yeryüzü cennetine duyulan kurgulanmış arzusunun temelini ifade etmekteydi.

Ancak Osmanlılar’ın 14. yüzyılda Balkanlar’da yayılmaya başlamaları, 1453’te Fatih Sultan Mehmet tarafından Konstantinopolis’in fethedilmesi ile devam edince Batı Avrupa şoka girmiş ve Türk tehdidi ile karşı karşıya kalındığının farkına varılmıştı. Kanuni Sultan Süleyman komutasındaki ordunun 1529’da Viyana surlarına dayanmasıyla birlikte Avrupa halkındaki Türk korkusu daha da güçlendi (Türkengefahr, Alm.). Ancak bu korkunun bir süre sonra -yazımızın da konusu olan- bir tutkuya, aşka dönüşeceğini kim tahmin edebilirdi?

(…)

devamı için ABONE OL