TİYATRO EĞİTİMİNDE DÜNYA ve TÜRKİYE…
Türel Ezici
Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. –Herakleitos
“Bütün disiplinler içinde, bütün incelikleriyle en yavaş ilerleyen alan, sanattır.” cümlesiyle bu yazıya başlamak sanırım yanlış olmaz.
Sanatın işi yüzeyle değil derinliklerledir. Varoluşu duyguyla düşüncenin kesişim alanında, imgelemin kaygan zeminindedir. Bu nedenle hayatın bütün aksiyonunu, derinlerini kavramak, sanatının araçlarıyla, tarzıyla ifade etmek, hayattan farklı bir yaşantı üretme çabasındadır sanatçı. Ortaya koyduğu yapıt aracılığıyla, ister insana karşı işleyen gerçeklikle görünür biçimde, ister kendi içinde kıyasıya mücadele etsin, bu mücadeleyi sanatında yansıtabildiği oranda yücelir, ün kazanır, adeta kutsallaşır. Sophokles, Michelangelo, Shakespeare, Beethoven, Schubert, Çehov, Dostoyevski, Kafka, Stanislavski, Brecht, Picasso, Beckett, Yunus, Nazım, Oğuz Atay ve daha niceleri gibi… Aslında dünya nimetleri ile çok ilgili değildir gerçek sanatçı. Hem görünüşe hem aynanın gerisinde görünmeyene bakar, derinleri araştırır. Sürprizleri, anlaşılmazlığı bundandır. Sıra dışıdır… Hayatın sunduğu, sunabilecekleri için kavga edenlere şaşırır, çoğunlukla uzaklaşır, sanatına gizlenir. Onu her şeyden özgürleştiren sanatıdır… Sanatçının aslında önce kendini ifade etmek için, sonra insanlığa açtığı bu özel evreni, “sanatçının metafiziği” olarak adlandırabiliriz. Sonuçta sanatın, sanatçının etkinlik alanı “hermeneutik”dir, Hermes’e özgüdür: Yorum ve iletişim.
Hiç kuşkusuz günümüzde -bütün araçlarıyla- sanatın iletişim ve yorum işlevi, her alandaki küresel değişimlerde, gelişmelerde gözlemlediğimiz verili çeşitliliğe paralel bir değişim sürecini yaşamakta. Değişim kavramı bizim gibi Doğulu toplumlar için çok daha tedirgin edici olsa da kaçınılamaz, alt edilemez küresel bir yazgıya dönüşmüş gibi. Bu evrensel yazgıyı bilge Herakleitos, “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” sözünde ifade etmişti. Batılı toplumların yüzlerce yıl süren Orta Çağ’ı aşarak değişimlere daha kolay angaje olmasının sırrı Herakleitos’u, akıl ve bilgi temelli bütün Antik mirası içselleştirmelerinde yatıyor olabilir.
Sürdürülebilirlik
Genelde sanatın, yazımız özelinde günümüzde kendine özgü toplumsal işlevi bakımından tiyatro sanatının, tiyatronun bütün branşlarındaki eğitim, öğretimin dünyadaki gelişmelerin dışında kalması düşünülemez. Kamusal ve özel alanlardaki kurumsallaşmalarda olduğu gibi, bu alanlara yön ve düzen verme misyonuyla öne çıkan üniversitelerde, akademik bilim ve sanat disiplinlerinde “sürdürülebilirlik” ölçütünün başlıca kriter olarak öne çıkarılması önemli. Sürdürülebilirliğin alt metni kurumsallığın, işlevselliğin devamı, “yok olmama, hayatta kalma” olarak da okunabilir. Bu bakımdan bugün ülkemizde iç siyasetten uluslararası ilişkilere, ekonomiden hukuka, kültürel, toplumsal hayata, en önemlisi eğitim-öğretime varıncaya kadar deneyimlediğimiz giderek daha karmaşık hâle gelen çelişkilerin çözümünde yaşamsal önemi var bu sözcüğün. Çelişkilerin temelinde ise 1970’li yıllardan itibaren sürat kazanan küreselleşmeyi gereğince okuyamamak gerçeği yatıyor gibi. Bu okumanın gereği hiç kuşkusuz duygusal, nostaljik bir geriye dönüş arzusu değil, değişen dünyayı yakından izleme, uzmanlaşma ve iş birliği, deneyim paylaşımı ile planlanmış kesintisiz gelişme olmalıydı. (…)