TAMER LEVENT’LE TİYATRO VE FESTİVAL TECRÜBELERİ ÜZERİNE
Füsun Ataman
[Füsun Ataman’ın Tamer Levent ile 30 Temmuz 2024 tarihinde yaptığı röportajın tam metnine dergimizi temin ederek ulaşabilirsiniz.]
* * *
Ünlü bir oyuncu, yönetmen, idareci, yazar, “Sanata Evet” gibi bir hareketi başlatan bir aktivist, çok yönlü bir tiyatro adamısınız. Devlet Tiyatrosu ve TOBAV’da yöneticilik yaptınız. Geriye dönüp baktığınızda ne söylemek istersiniz?
Sanatçı olmak, bir meslek sahibi olmak demek değildir, sanatçı olmak kişiliğinin sanat olarak gelişmesini sağlayan, farkındalık sahibi kişi olmak demektir. Bu bir süreçtir ve bitmeyen bir süreçtir. Hiçbir zaman en tepe noktası yoktur. En tepeye geldiğiniz zaman, kendinizi yenileyemediğiniz ve geliştirmediğinizde zamanın içerisinde yok olur gidersiniz. Bu uzun bir yolculuktur. Tıpkı Hipokrat’ın dediği gibi “hayat kısa, sanat uzun.”
Bütün o çalışmaları yaparak esasında ün sahibi mi olmak istiyorduk, yoksa bu ülkenin, toplumun tiyatronun ne demek olduğunu anlayarak kendi yaşamlarını da düzenleyebilecekleri ve daha kaliteli bir yaşama layık olduklarını fark edebilecekleri bir kültür mü yaratmak istiyorduk? Ben ikincisini yapmaya çalıştım.
Festivaller neden önemli, sanata, tiyatro ve kültür hayatımıza neler katıyorlar ve eksiklikleri bizi nasıl etkiler?
Festivaller esasta tek başına bir önem taşımıyor ama festivallerde biz genellikle insanların buluşmasını, festivallere gelen grupların birbirleriyle buluşmasını ve fikir alışverişi yapmasını sağlıyoruz.
Mesela Ankara’da düzenlediğimiz Üç Etkinlik Bir Arada Festivali’nde, Ankara Hilton Oteli’nden sponsorluk aldık ve Hilton Oteli’nde konuklarımız kalırken orada birlikte yiyip içmelerini sağlayacak bir bölümde onların birbirleriyle tanışmalarını sağladık. Orada tanışan insanların haberlerini alıyorum hâlâ. Birbirleriyle birçok proje yaptıklarını görüyorum ve biliyorum. O projelerin içinde ben de zaman zaman bulunuyorum. Bizde festival anlayışında böyle bir şey yok. Bizdeki festival anlayışında gruplar gelir, gece oyununu oynar, ertesi sabah çeker gider. Toplumla ilişkisi de yoktur grupların, atölye çalışması yoktur, oyunların arkasından oyunların konuşulması yoktur. Drama kavramı hâlâ acıklı olarak anlaşılıyor. Hâlbuki oyunlardan sonra oyuncular izleyicilerle drama çalışmaları yapabilir, bu iş dünya festivallerinde yapılıyor da. Tanınmış tiyatro eğitmenleri, oyuncularla, oyunculuğu meslek edinmiş profesyonellerle yaratıcılık ve oyunculuk anlayışı üzerine atölye çalışmaları yapabilir ve sadece izleyici olarak gördüğümüz kitlenin de tartışmalara katılarak yaşam durumlarını sorgulaması sağlanabilir. Ama bunları yapmadığınız zaman yapılan festivaller kuru kuruya, laf olsun diye, yapılmış oluyor. Bizim yaptığımız festivallerde, gerek Trabzon’da başladığımız Karadeniz’e Kıyısı Olan Ülkeler Tiyatro Festivali’nde gerek TOBAV bünyesinde kurduğumuz Alaçatı Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali’nde gerek Denizli’de Amatör Tiyatrolar Buluşması’nda ve gerekse Ordu’da Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları buluşmasında hep bu ilişkilerin kurulmasını, oyuncuların kendi aralarında ilişkiler kurmasını, oyuncularla vatandaşların ilişkiler kurmasını sağladık.
Uluslararası buluşmalar, bu buluşmalara katılabilen insanların vizyonlarını açmalıdır. Birbirlerini tanıyarak, onların düşünce biçimlerini algılayarak sanat kavramının esasında fikirden kaynaklandığını görmelerini sağlamalıdır. “Intellectual property” diyoruz. Yani fikri mülkiyet diyoruz. Üretilen malın mülkiyeti değil o, fikrin mülkiyeti. Bugün Mona Lisa’yı taklit etmek isteyen bir insan 12 saatte Mona Lisa’yı yapabiliyor. Ama Mona Lisa’yı Mona Lisa düşüncesiyle yeniden yapan bir tek kişi var, o da Leonardo da Vinci. Aradaki fark bu. Onun için sanat, fikir üretmek demektir. (…)