SEYİRCİSİNİ YETİŞTİREN TİYATRO
Sedat Akçakoyunluoğlu
Bugün bir Türk tiyatrosundan söz edebiliyorsak eğer bunu büyük ölçüde Dârülbedâyi adıyla kurulan İstanbul Şehir Tiyatrolarına borçlu olduğumuzu söyleyebiliriz.
1914’te kurulan Şehir Tiyatrosu araya savaş yılları da girmesine rağmen bir çeyrek yüzyıl içinde büyük “ontolojik sorunları” da aşarak kurumsal ve disipliner bir tiyatro geleneğini başlatmakla kalmadı; tiyatro kültürünün yaygınlaşmasından tiyatro eleştirilerinin başlamasına, oyuncu yetiştirilmesinden yeni tiyatro eserlerinin yazılmasına kadar bu sanatın kurumsallaşması için yaşamsal katkılar sağladı.
İstanbul Şehir Tiyatroları’nın kurulması ve seyrettiği gelişim süreci bizim batılılaşma veya çağdaşlaşma maceramızla da paralellik gösterir. Dârülbedâyi kurulmadan önce bizim en az yarım yüzyıldır devam eden bir tiyatro geleneğimiz vardı: Orta Oyunu. Güldürü ve tuluat temelli bu tiyatro, Tanzimat edebiyatçılarının Batı etkisinde kaleme aldıkları tiyatro metinlerinin yol açtığı talebi karşılayamaz hâle gelmişti. Dönemin aydınları ve eğitimli kesimler, geleneksel tiyatroyu beğenmiyor, hatta aşağılıyordu. Çökmüş bir toplumun “kesin inançlı” ve “başka toplumlara hayranlık duyan” aydınlarının geleneksel tiyatroya bu bakışı, geleneksel tiyatro verimlerimizle hiçbir senteze girmeden yeni bir tiyatro geleneğinin başlamasını zorunlu hâle getirdi.
Bu sebeple “Dârü’l-bedâyi-i Osmânî” tiyatro ekosistemini yeni baştan kurmak zorundaydı. Oyuncu bulmak ve yetiştirmek, tiyatro eserlerinin yazılmasını ve çevrilmesini teşvik etmek, tiyatro eleştirisini geliştirmek ve nihayet seyircisini bulmak zorundaydı.
(…)