SANAT VE TOPLUM: TÜRKİYE’DE KÜLTÜREL SERMAYE EKSENİYLE TİYATRO SEYİRCİSİNİN DÖNÜŞÜMÜ

Ebru Melis Tumbul

 

Bir sosyolog olarak, toplumun değişimi ve dönüşümü üzerine çalışmak benim için kaçınılmaz bir yolculuk olmuştur. Bu kaçınılmazlık, olgunun kendi doğasından kaynaklanır. Sanat ve toplum üzerine yapılan çalışmaların neredeyse tamamı, bu değişim ve dönüşümler üzerine temellenmiştir. Özellikle sahne sanatlarında, sanat ve seyirci arasındaki ilişki karşılıklı bir dönüşüm sürecini işaret eder. Sanat, seyirciyi değiştirir ve dönüştürür; seyirci de sanatı. Bu etkileşimin en basit dayanak noktası ise sanatçının, toplumun bir öznesi olmasıdır.

Pierre Bourdieu, sanat üzerine yaptığı kapsamlı çalışmalarda, sanatsal beğeni ve zevklerin sosyal sınıflar ve kültürel sermaye ile nasıl ilişkilendiğini ortaya koymuştur. Onun analizleri, tiyatro ve diğer sanat biçimlerinin yalnızca estetik bir deneyim olmadığını, aynı zamanda bireylerin sosyal kimliklerini ve sınıfsal konumlarını yansıttığını gösterir. Bir bireyin sanata, özellikle tiyatroya olan ilgisi, büyük ölçüde ait olduğu toplumsal sınıfın bir yansımasıdır. Bu ilgi, eğitim, bilgi ve kültürel faaliyetlere katılım gibi sosyal kazanımlarla şekillenen “kültürel sermaye”nin bir sonucu olarak ortaya çıkar.

Tiyatro, birçok ülkede ve özellikle klasizmden itibaren daha çok elit kesimin bir etkinliği olarak kabul edilmiştir. Bu elitizm, tiyatronun toplumsal bir statü göstergesi hâline gelmesine yol açmış ve uzun bir süre yalnızca belirli bir sınıfın kültürel sermayesinin parçası olarak görülmüştür. Üst sınıfların tiyatroya olan ilgisi, sadece bir kültürel zevk ifadesi değil, aynı zamanda entelektüel üstünlük ve sosyal prestijin bir göstergesi olarak değerlendirilmiştir. Bu durum, üst sınıfın sanatsal alan üzerindeki tahakkümünü ve kültürel sermayeyi muhafaza etme çabasını açıklamak için kullanır.

Zaman içinde, tiyatroya olan ilginin artması ve ardından da kültürel politikalarda yapılan değişiklikler sayesinde, bu sanatsal etkinlik daha geniş bir kitleye hitap etmeye başlamıştır. Özellikle sanata erişimi artırmaya yönelik devlet politikaları ve sosyo-ekonomik değişimler, tiyatroyu üst kültürün bir unsuru olmaktan çıkararak daha demokratik bir sanat formuna dönüştürmüştür. Bu dönüşüm, farklı sosyal sınıflardan bireylerin tiyatroya erişimini kolaylaştırmış ve izleyici kitlesinin sosyo-kültürel çeşitliliğini artırmıştır.

Pierre Bourdieu’nun “alan teorisi” bu süreci anlamak için güçlü bir çerçeve sunar. Ona göre tiyatro, belirli normlar, kurallar ve kodlar çerçevesinde işleyen bir “kültürel alan”dır. Bu alan, toplumsal normlarla şekillenir ve kültürel sermayesi yüksek olan bireyler bu alanda söz sahibi olur. Ancak zamanla, bu alana daha fazla bireyin katılımıyla tiyatro, elitizmden uzaklaşarak daha demokratik bir yapıya kavuşur. Bu dönüşüm, tiyatro seyircisini yalnızca izleyen ve tüketen bir kitle olmaktan çıkarıp sanatı anlamaya ve onunla etkileşim kurmaya yönelik aktif bir topluluğa dönüştürmüştür.

“Tüketici seyirci” sanat eserine yalnızca yüzeysel bir tavırla yaklaşır. (…)

devamı için ABONE OL