METİNDEN SAHNEYE
Nurhan Tekerek
Her oyun metni soluk alıp verebilmesi, başka bir deyişle hayat bulabilmesi için, önce seyirciye, dolayısıyla oyun alanına ve uygulayıcıya ihtiyaç duyar. Uygulayıcı dediğimizde ne anlamalıyız? Oyun metni deyince ne anlamalıyız? Neye oyun metni diyoruz? Her metin tiyatral olabilir mi? Yani tiyatronun anlatım olanakları aracılığıyla seyirciye aktarılabilir mi?
Öğrencilik dönemlerimizde, şimdilerde aramızda olmayan, saygıyla ve özlemle anımsadığım Sahne dersi hocamız Ergin Orbey’le Belgelerle Kurtuluş Savaşı adlı bir oyun çalışmıştık, dört sınıf bir arada. Çalışma sürecine döndüğümde Ergin Hoca’nın bir sözünü hiç unutmam. Demişti ki: “Arkadaşlar telefon rehberinden bile oyun yapabilirsiniz!” bu sözünün anlamını “Belgelerle Kurtuluş Savaşı” adlı kurgu-uygulamayı tamamladığımızda çok daha iyi anladım. Başlangıçta karşımıza iki dosya klasörü belgeyle çıkmıştı Ergin Hoca. Seksenli yılların başı, gönüllü çalışmanın koşulları içinde bize de danışmıştı: “Aklımda bir proje var. Ne dersiniz şu belgelere bir bakalım mı? Kurtuluş Savaşı, öncesi ve sonrası üzerine belgeler… Bakın iki baba klasör! Çalışabilir miyiz, ne dersiniz?” Önce bir düşündük. Hem de bayağı bir düşündük! Sene 1980. Darbe yılı, başka bir deyişle 1980-81 eğitim-öğretim yılı. “Neden?” diye eminim hepimizin kafasından zorlu bir muhasebe süreci geçti. Sonra hep birlikte onayladık ve çalışmalar hızla başladı. Hızla diyorum, çünkü her birimize, şu belgeyi oku, bu belgeyi oku, ayakta oku, istersen otur oku. Savaşı nasıl yansılayalım, önerisi olan var mı? Sen çal. Al sen şu sopaları, başla aksiyona! Haydi bakalım biraz ritmik! Biraz müzik! Şu belgeyi al bakalım, Mustafa Kemal’in sözleri, sen de şunu al, Meclis kuruluyor. Meclis tartışıyor! (…)