HABERLİ HİKÂYE* (BİR FOTOĞRAFIN ARABI)

Bekir Şakir Konyalı

Önce kısa bir özet: Edebi metin fiili dünyanın aynasıydı, yazarın ruhuna açılan bir pencere oldu. Parçalarının nasıl işlediğine kulak verdiğimiz çalışma sesiyle haz veren bir makineye dönüştü sonra. Şimdilerde eksik parçalarını okurun tamamladığı bir yapboz olma ile okuruyla konuşan bir partner olma arasında gidip geliyor.

Bu arada yazar öldü, metin özgürleşti, okura gün doğdu Serap. Yüzyıllardır yazarın ne kastettiğini, metnin neyi, nasıl söylediğini anlamak ve araştırmakla görevlendirildiği memuriyetten istifa etti. Kıyın kıyın metne yaklaşan her bir okur, kollarının altına aldığı metinle samimi pozlar sergiliyor, kendisine tutulan mikrofonlara verdiği demeçler dur durak bilmiyor.

Geçen gün kameralara yakalanan bir Alman, -kolunun altındaki metni göstererek- “Birbirimizi tamamlıyoruz: o bir ruh bense bir bedenim.” demişti ki; sözündeki panteizm, reenkarnasyon, İsa Mesih çağrışımlarını anlar anlamaz metni yücelten bu romantik bakıştan çark etti. “Metin bir iskelet, tecrübelerimle onu ben bedenleştiriyorum.” dedi bu defa. “İlişkimizi heyecanlı kılacak öyle boşluk ve belirsizlikler bırakıyor ki onları tecrübe ve çağrışımlarımla ben tamamlıyorum. Potansiyellerimi onun aracılığıyla gerçekleştiriyorum.” diyerek tamamladı sözlerini.

(…)

_________________

* Bu yazı, bir metin olarak edebiyat ve bir oyun olarak tiyatro arasında cereyan eden güncel bir soruna ışık tutmak, oyun-metin ilişkisini düşünmek üzere yazı masasına oturduğumda aklıma geldi. Türler arası sınır meselelerinden hareketle tartışmaya açılan metin-oyun ilişkisinde nihayetinde tabiiyet, itaat ve sadakat kavramlarının yön verdiği ana sorunun alt sorularını şu şekilde tespit etmiştim: Bir oyun, metnine ne kadar, nereye kadar sadık kalmalıdır? Metin mi oyun içindir, oyun mu metin için? Devamla metin, oyun için bir taslak mıdır; oyun, metni görünür kılan bir performans mıdır? Edebiyat (metin) ve tiyatronun (oyun) birbiriyle ilişkilenen ve fakat birbirine indirgenemeyen alışverişinde yapısal ve ontolojik sınırları nasıl tespit ediyoruz? Bu sınırlara atıfla ortaya çıkan özerklik (tiyatro sanatı-edebiyat sanatı) nerede aranmalıdır? Aranmalı mıdır? Fark edileceği üzere söz konusu sorular ilk elde bir konumlan(dır)ma amacı taşısa da son tahlilde anlam meselesine gelip dayanmaktadır: Bir muhafaza, spekülasyon, deformasyon, manipülasyon, yeniden biçimlendirme (dönüştürme) vs. olarak anlam. Yukarıdaki sorulara ve daha fazlasına cevap vermek üzere oturduğum yazı masasından metnin oyununa gelerek kurgusal bir oyun metniyle kalkıyorum. Gidimli düşüncenin terbiye edici kuruluğunda cevabını arayan sorular yerine dölleyici imgelerin heyecan verici şehrayininde verili cevapları sorulaştırmayı deniyorum.

 

devamı için ABONE OL