MÜRÜVET ESRA YILDIRIM’LA BUGÜNÜN YAKASINI BIRAKMAYAN KADIN; SELMİN ZEKİ HANIM ÜZERİNE
Handan Salta
Selmin Zeki Hanım; Hasta Adamın Kızı adlı oyun Moda Sahnesi repertuarına bu yıl eklendi. “Oyun, Osmanlı’nın son dönemlerine bakma ve hatırlama eylemini kurgusal bir kadın karakter üzerinden yapıyor.” diyebiliriz. Ya da şöyle başlayabiliriz: “El feneriyle tavan arasına çıkmış bir kadının kutulardan, sandıklardan çıkan eşyaları eline aldıkça hatırladıklarını birbirine bağlayarak anlatmasına, zaman zaman aralara eklemeler yapmasına şahit oluyoruz. O kutularda neler ve kimler var, bir bilseniz! Geçmişe doğru yapılan bu yürüyüşün heyecanını tatmanız lazım.” İstediğiniz cümleyi siz seçin. Okumak üzere olduğunuz söyleşiyse yeni bir yazarın tiyatroya gelişini de kutlamak üzere Mürüvet Esra Yıldırım’la yapıldı.
Esra öncelikle teşekkür ederek başlamak istiyorum, sezonu senin yazdığın bu oyunla açtığım için çok mutluyum. Öldüğü yerden seslenen kadınları son yıllarda sahnede sıklıkla görür olduk. Yazarları ve yönetmenleri tarafından ikinci kez yaşama şansı verilen kadınların hikâyeleri anlatıldıkça tarih yeniden şekilleniyor, doğru bildiğimiz yanlışlar açığa çıkıyor, tarihe başka gözlerle bakmaya başlıyoruz. Bu yapımlar arasında Nihayet Makamı (Kumbaracı 50), Unutulan (Yersiz Kumpanya), Yaralarım Aşktandır (yön. Berfin Zenderlioğlu), Nasıl Bilirdiniz (Yersiz Kumpanya), Halide (yön. Emre Koyuncuoğlu), Güle Güle Diva (yön. Firuze Engin) ilk anda aklıma gelenler. Peki seni tarih yolculuğuna çıkaran şey (eğitimin dışında) neydi?
Mutlu olduğun için sevindim. Ben tiyatro dünyasından gelmiyorum, tiyatroyla en uzun vadeli ilişkim Boğaziçi Üniversitesi’nden çok sevdiğim ve saydığım hocam Aylin Vartanyan sayesinde tanıştığım Augusto Boal’in Ezilenlerin Tiyatrosu pratiğine dayanıyor. Çok iyi bir seyirci olduğumu da söyleyemem. Selmin Zeki Hanım hem sistemimden çıkarmam hem de bendeki varlığını tanıyıp bağrıma basmam gereken bir kadın figürüydü. Ben bekar bir anne tarafından büyütülmüş bir kadınım. Annemle baş başa kaldığımızda beş altı yaşlarındaydım ve onun hikâyesinde var olmak çocuk bedenime kadınca korkular, kadınca aşağılanmalar ve kadınca fanteziler yerleştirmişti. Bir çocuk olarak bu yetişkin kadın duygularının altında ezilmedim, onları taşımak için mücadele ettim. Bu süreçte yolum radikal bir dinî oluşumla kesişti. Bu kesişim hayatımın en büyük dönüm noktalarından biri oldu. Şu an çekirdek ailemin yarısının yaşadığı ülkede değil de Türkiye’de yaşıyorsam sebebi bu maceram. Şimdi geri dönüp baktığımda liseye akranlarımdan iki yıl geç başlamama neden olan bu maceranın da içime başka bir yetişkin kadın yerleştirdiğini görüyorum. Annemin dünyevi olan kadınca korkularına karşı uhrevi kadınca korkuları, aşağılanmaları ve fantezileri olan bir kadın. Fakat bu ikisinin ötesinde, babamın ilk eşi Mürüvet’in yani ölmüş bir kadının adını taşımak bana hayatta asla yeni bir şey olamayacağımı, her zaman bir şeylerin devamı olabileceğimi sezgisel olarak belletmişti. Yirmili yaşlarım kendi varlığımı bu kadınların arasından çekip çıkarmakla geçti. Fakat Boğaziçi Üniversitesi’nde tarih okumasaydım tüm bu söylediklerim bugün kavuştukları anlamı bulamayacaktı. Hayatımın o iki yılını eğitim hakkı gaspı olarak değerlendirmenin yanı sıra şunun da farkındayım, o süreç bana bir insanın bir daha ne somut koşullarıyla ne de duygusal anlamda bir parçası olmayacağı bir bağlamın içinden geçip gitmesinin ona yaşatabileceği her türlü duygu çeşitliliğini yaşattı. Veya şöyle de ifade edebilirim, kendimi bu duygu çeşitliliğini görebilecek kadar sağaltma imkânı bulabildim. Böyle ayrıcalıklı bir konuma erişebildim. O süreci sadece lanetlerle de anıyor olabilirdim… Yani Selmin Zeki Hanım, ülkenin sosyo-politik gerçekliğiyle yakından ilişkili olan kişisel tarihimin barındırdığı duygu çeşitliliğini ulusal düzeye taşıyan bir karakter. Ona bakıp toplumsal devamlılıklarımızı ve yeni olan yanlarımızı görebiliriz.
1 Comment
Comments are closed.