ZAMAN GEÇER, CAN SIKINTISI BAKİ KALIR

Funda Mete

George Büchner’in 1836’da kaleme aldığı Leonce ile Lena adlı oyunun başkahramanı Prens Leonce, 19. yüzyıl romantizmiyle bezenmiş bir karakter gibi görünse de onun kimlik bunalımı, anlam arayışı ve toplumdan kopukluğu, günümüz gençliğine şaşırtıcı derecede yakındır. Üzerinden neredeyse iki yüzyıl geçmiş olmasına rağmen, Leonce’un dünyaya yabancılaşması ve varoluşsal sıkıntıları, bugünün gençliğinin ruh hâliyle güçlü paralellikler taşır.

Leonce: “Hiçbir şey olmak istiyorum.”

Leonce, bir prens olmasına rağmen geleceğin ona sunduğu hiçbir şeyi istemez. Tahtı, evliliği, soyluluğu… Tüm bu roller, onun gözünde yapay bir oyunun parçalarıdır. Leonce kendini bir “makine” gibi hisseder; sistemin içindeki bir dişli olmak istemez. Toplumun Leonce’a sunduğu, kabul etmesini beklediği şey aslında yaşam değildir ona göre, yaşar gibi yapmaktır. Bu, sadece bir karakterin iç çatışması değil; düzenin dayattığı anlamların reddidir.

Bugünün dünyasında yaşayan gençler de benzer bir sorgulama içindeler. Teknolojik olarak sonsuz imkânlarla çevrili olmalarına rağmen büyük bir kısmı yönsüz, amaçsız ve “gerçek bir hayat”ın aslında ne demek olduğunu sorgulayamayacak kadar yorgunlar. “Ne olmak istiyorsun?” sorusu, artık yalnızca meslekle değil, kimlikle, değerle, aidiyetle ilişkili. Leonce’un “boşlukta olma” hali, günümüz gençliğinin belirsizlikle kuşatılmış yaşamına birebir denk düşüyor.

 

(…)

devamı için ABONE OL