SANATI KUTSAMADAN, HAYATI ÇOĞALTARAK: MUHAMMET UZUNER’LE CAS’IN YOLCULUĞU

 Röportaj: Firuze Engin

Söyleşiyi yayına hazırladığımız günlerde Tiyatro Eleştirmenler Birliği Türkiye Merkezi (TEB) 32. Tiyatro Ödülleri kapsamında Cihangir Atölye Sahnesi ve Muhammet Uzuner iki ayrı ödüle layık görüldü. “Tiyatroyu bir direniş ve farkındalık alanı olarak gören, yalnızca içerik değil biçim ve düşünce olarak da politik bir çizgi izleyen sanatçılara verilen” Genco Erkal Özel Ödülü CAS’a, yılın yönetmeni ödülü Muhammet Uzuner’e verildi. Tebrik ediyoruz.

* * *

Cihangir Atölye Sahnesi, Arzu Gamze Kılınç ve Muhammet Uzuner tarafından 2017’de kuruldu. Oyunculuğu, oyun oynama güdüsünden beslenen ve geliştirilebilir bir beceri olarak gören bu yapı bana sık sık “yaşam adaları” fikrini hatırlatıyor. Bir arada durabileceğimiz, nefes alabileceğimiz, kendimizi güvende hissedeceğimiz yaşam adalarını hangi değerlerle oluşturabiliriz? Acaba bu adalar, görünmez köprülerle birbirine nasıl bağlanır? Bir eğitim kurumu, bir çevre hareketi, bir kadın örgütü ya da bir müzik topluluğu kendi bulunduğu yerde yaşamı savunan bir nefes alanı açar; büyük, vahşi sularda kaybolmamak için ortak insanlık değerlerinde buluşabileceğimiz küçük kara parçaları yaratır. Bu parçalar çoğalır, genişler, birbirine eklenir ve birbirine ses olur. CAS, eğitime ve ortak yaşama dair ilkeleriyle aslında tiyatronun, oyunculuğun ötesinde daha geniş bir soruya yanıt arıyor: Birlikte nasıl yaşarız, nasıl üretiriz? Benim de bir hocası olmaktan mutluluk duyduğum CAS’ın kurucularından Muhammet Uzuner ile bu sorunun etrafında sohbetledik.

* * *

Önce, CAS’ın kuruluş öncesini konuşalım. Uzun yıllardır eğitimcisiniz. Ve sanırım eğitim yolculuğunu hep Arzu Gamze Kılınç’la bereber yürüdünüz. 93 yılında Antalya Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Atölyesi hangi ideallerle kuruldu, orada neler yaptınız ve sizce kuruluş ideallerini gerçekleştirebildiniz mi?

Antalya’ya gitmeden önce de biz hep başkalarını çalıştırırdık. Gönüllü olarak konservatuara hazırlananlara destek olurdum. Gamze de öyleydi. Bizimki herhalde bir tür bilgi aktarma zevki. Bizden çıksın, bunu başkaları da bilsin, bir deneyim varsa başkası da edinsin istiyoruz. Okul yıllarımızda, Sevinç Sokullu bize dünya tiyatrosunu anlatırken Rus Tiyatrosu’nun Moskova’dan doğmadığını, İngiliz Tiyatrosunun Londra’dan doğmadığını, Fransız Tiyatrosu’nun Paris’ten doğmadığını; tiyatronun esas olarak çeperlerden, kenarlardan, taşralardan doğduğunu anlatmıştı. Ya da merkezdeki tiyatroyu organik biçimde beslediğini… O benim aklımda kaldı. Sonra mezun olduk; Antalya’da böyle bir oluşum karşımıza çıktı. Büyükşehir Belediyesi bir kültür sanat hamlesi yapıyormuş, içinde tiyatro da varmış. Bu düşüncelerle kalktım Antalya’ya gittim. Hemen arkadan Gamze de geldi. Büyük ideallerle başlamadık. Fakat mesleğin içine girince kendi hayata bakış açın, etik duruşun, insanlarla olan iletişim modelin gereği bir ideale, hedefe kavuşuyorsun. Antalya’da bir şansımız vardı. Sponsorumuz belediyeydi. Küçük de olsa bir maaşımız vardı, katılanlar için tüm imkanlar ücretsizdi. Dolayısıyla bizim için orada “Bir kenti tiyatrodan geçirmek” ideali hasıl oldu. Hep söylerim: Keşke bütün dünya nüfusu tiyatronun mutfağından geçebilse. Tiyatro hayata birebir değen bir şey. Antalya’da 500- 750 hatta bir sezon 1000 öğrencimiz oldu. 10-15 hocaydık. Dans dersi, şan dersi…Müthiş bir inançla ve disiplinle çalışıyorduk. Tiyatro Atölyesinin varlığıyla beraber şehirde opera-balenin seyircisi de arttı, dışarıdan gelen konuk tiyatrolara giden seyirci çoğaldı. Orada sadece oyunculuk eğitimi yoktu, teori eğitimi de vardı. Bize kayıtlı öğrencilerin bir kısmı bu konuda eğitim görüyordu. Bu kişiler nitelikli seyirci oldular. Çok yol kat ettik. Oradan oyuncular, yazarlar, tiyatro insanları, sanat yönetmenleri çıktı. Bugünkü CAS’ın bazı özgün fikirleri de orada oluştu.

Cihangir Atölye Sahnesi’ni açma fikri nasıl olgunlaştı?

Antalya’dan İstanbul’a geldiğimizde böyle bir yer açma niyetinde değildik. Bir eğitim kurumu hayal etmek de bir lüks sonuçta. Biz oyunculuk yaparak ev kiramızı çıkartmaya, kendi yaşam imkânlarımızı yaratmaya çalışıyorduk.  Mutlaka bir gün kendi yerimizi açacağız diye bir fikir aklımıza bile gelmezdi. Biz Cihangir’de oturuyoruz. “Mahallenin Gençleri” diye bir topluluk ismiyle, tamamı genç oyuncularla İki Efendinin Uşağı isimli bir oyun çalışmıştık. Cihangir’de Bo Sahne’nin sahibi Levent Özdilek oyunu izledi, beğendi ve dedi ki: “Nefis bir oyun, sonsuza kadar burada oynayabilirsiniz.” Ve biz periyodik olarak orada oynamaya başladık. Fakat bir gün Levent dedi ki: “Biz buradan çıkıyoruz.  Gamze ve senin burada devam etmenizi çok isterim.” Bana böyle kararlar önce şunu düşündürür: Bundan sonraki hayatım değişiyor mu? Gamze’ye konuyu açtım. “Gamze” dedim, “Ne dersin? Bundan sonraki hayatımız epeyce değişebilir.” Gamze bir süre önüne baktı, hatırlıyorum. Ama bu kararı aldık. Tecrübeli de olduğumuz için, korkmadık. Tabii para mevzusu vardı. O sırada her ikimize de dizi işi geldi, ikimiz de çalıştık. O parayı da CAS’a koyduk ve başladık.

CAS’ın web sitesinde bizi karşılayan ilk başlık “Temel İlkeler”. Bu ilkeler güçlü bir vizyon ve yaşam felsefesini ortaya koyuyor. O yüzden ilkelerinizdeki başlıkların bazılarını sormak istiyorum.  Oyunculuk eğitiminize dair “oyun oynama güdüsü” diye bir vurgunuz var. Bu güdüyü geliştirmek isteyen biri CAS’ta nasıl bir süreçten geçiyor? Mesela yetenek ne kadar belirleyici veya daha belirleyici olan şeyler ne?

Bunu sağlayabilmek için “Temel Oyunculuk” dediğimiz ya da “Oyun Atölyesi 1” dediğimiz gruplar var. Bunlar sınavsızdır. Konuşman bozuk olabilir, bedenin kaskatı olabilir, sana göre hiçbir yeteneğin olmayabilir. Ama sen oyun oynama deneyimini yaşamak istiyorsan -çünkü buraya geldiysen o güdünü kaşımak istiyorsun demektir- “ne olursan ol gel” diye yaklaşıyoruz. Çoğu zaman insanların tiyatro izlemeye de aslında oyun güdüsünü hatırlamak için gittiğini düşünüyorum. Çocukken daha oyunsuyuz. Yetişkinlik, olgunluk, oturmayı kalmayı bilmek biraz da toplum tarafından zararsız hâle getirilmiş ve nitelikli yararı da üretemez hâle getirilmiş tarafımız. Dolayısıyla o çocukluğa olan özlem, oyun oynama neşesine olan özlem aslında “Ben bu yetişkinlikten sıkıldım.” demek, “Ben bu işten sıkıldım, hayat böyle olmamalıydı.” demek. Dolayısıyla da insan oyun oynamaya dönmek ister. Biz bu isteğe kıymet veriyoruz.

Oyun atölyeleri dört aşama, ileri aşamalara sınavla geçiliyor. 4 yılın sonunda mezun oluyorsun. Biz yeteneğe çok inanmıyoruz. Çalışma yoluyla, işçilik yoluyla herkes iyi bir düzeyde oyunculuk yapabilir. İşçilikten kasıt mental, bedensel ve ruhsal bir çalışma; aslında hayatını değiştirmek, bakış açını değiştirmek, bedeni değiştirmek, psikolojik yapını değiştirmek. Bir de üç yıllık ücretsiz konservatuarımız var. On iki hocaları var. Bize soruyorlar “Sponsorunuz var mı?” diye. Var diyoruz; hocalarımız! Konservatuar eğitimini hep birlikte yürüten hocalar, herhangi bir ücret almıyorlar. Bu çok değerli bir şey. Bu bir güven ilişkisi. Hocanın da öğrencinin de anlamlı hissettiği ölçüde mümkün ve sürekli olabilir. Şunu gerçekten önemsiyoruz: Herkes ne yapıyorsa huzurlu yapmalı, isteyerek yapmalı. Tabii konservatuar eğitimi daha ağır bir eğitim. Orada oyunculuğu meslek olarak hedeflemiş olanlar, buna dönük bir hazırlık yapıyor. (…)

 

devamı için ABONE OL