TAŞ İLE TOPRAK ARASINDA: İDEOLOJİ VE SANATI BİR-ARADA OKUMA DENEMESİ

Bekir Şakir Konyalı

İdeolojiler verili dünyanın inşa ve eleştirisi, arzulanan (olması istenen) bir dünyanın kâbusa da dönüşebilen müjdesidir. İdeolojiler modern mitlerdir.

Bu cümleler, “ideoloji” ve “sanat” ilişkisini düşünürken okuma ve tecrübelerimin yön verdiği çağrışımların vardığı yerde belirdi. Bu iki kavramın -alt kümeleri ve türevlerini de işe katarak- açıklanmasıyla varılacak bir sonuç, bu yazının amacı değildir. İdeoloji ve sanatın tarih içinde birbirini kollayan, kullanan, kucaklayan yakınlaşmaları, birbiriyle çatışan, ayrılan, birbirine kayıtsızlaşan uzaklaşmaları; bu yakınlaşma ve uzaklaşmaların, çakışma ve çatışmaların sebepleri, tonları ve sonuçları da bu yazının konusu değildir. Şöyle de denebilir: Bu iki deve dişi kavramın kapsamlı bir araştırma ve hacimli bir yazıya açılan yönleri diğer bir deyişle ideoloji ve sanatın tarihsel macerasını gözler önüne seren tarihsel bir anlatı ya da tarif ve tasniflerle dayalı açıklamalı bir analiz, eldeki yazının yönelimi değildir. Yazı, elden geldikçe, girişte yer alan sonuç cümlesine nasıl geldiğimin izahına yeltenen fenomenolojik bir betimlemenin sınırlarına riayetle ilerleyecektir.

İnşa edilmiş (verili) bir dünyaya doğuyoruz. Bizden öncekileri yapmış, bizden sonrakileri de yapacak olan doğa ve kültürle inşa edilmiş bu dünya; bizi de yapmakta, bizimle yapılmaktadır. Ona dinamizmini veren, yazgılı olduğu değişimdir.  Her an değişmekte olan, yer yer de dönüşen ilişkiler ağının arasında yapılıyoruz. İnsanın eliyle ve diliyle yaptıkları (kültür), doğa sayesinde, doğaya rağmen, doğayla birlikte kiplerinde çekilen bir uğraşın tarihi. Hangi kipte olursa olsun daima doğadan hareket eden -bu noktada belirtilmeli ki insanın bedeni de doğadır- bu çabalamalarda insan, bir aşma olarak karşımıza çıkar. O, diğer canlılardan farklı olarak doğayı korurken de güzelleştirirken de ele geçirip zarar verirken de kendini aşmaktadır. Kendi doğadandır ama doğadan ibaret değildir. Her canlı gibi o da ölmekte ama diğer canlılardan farklı olarak öleceğini bilmektedir. Diğer canlılar gibi o da nereden geldiğini ve neden burada olduğunu, öldükten sonra ne olacağını bilmemekte ama onlardan farklı olarak bunu merak etmekte, gelmiş bulunduğu verili dünyada bunun kaygısını yaşamaktadır. Düşünülebilir ki, kontrol edemediği ve üstesinden gelemediği bu bilmeler, onu aşmaya sevk etmektedir. Bu çıkarımlarımız doğruysa her aşma kaygılı bir bilmenin, daha doğru deyişle kaygı-veren-bilmenin üstesinden gelmenin bir sonucu olarak açığa çıkar. Buradan bakıldığında aşma, kaygı üreten kaotik belirsizliğe bir düzen verme, kendinin ve türünün devamlılığı için güvenli bir alan inşa etme olarak kendini gösterir. İyi ama, her şeyin her an değiştiği bir dünyada düzenden ve güvenden ne derece bahsedilebilir? (…)

 

devamı için ABONE OL