AYŞEGÜL YÜKSEL İLE TİYATRO ÜZERİNE

Röportaj: Akif Yeşilkaya

 

Hocam sizinle böyle bir buluşma gerçekleştirdiğimiz için çok mutluyum.  Siz Türk tiyatrosu için değerli bir akademisyen, araştırmacı ve eleştirmensiniz. Ayrıca tiyatronun farklı alanlarından birçok yaratıcının öğretmenisiniz. Bize Ayşegül Yüksel’i kendi kelimelerinizle anlatabilir misiniz?

Güzel sözleriniz için teşekkür ederim. Kendimi şöyle tanıtmak istiyorum: rahmetli kardeşim Ahmet bana “Akıllı Kate” diye takılırdı. Bizim çocukluğumuzda Akıllı Kate diye bir çocuk romanı vardı, akıllı bir kızın maceralarını anlatan. Kardeşim de hayatın keyfini çıkarmak için dünyaya gelmiş biriydi. O yüzden, o “Akıllı Kate” lâfında müthiş bir eleştiri dozu vardır. Şu bakımdan haklıydı: Ben görev bağımlısı bir insanım, öyle bir yaradılışım var. İşkolik demeyelim, görev bağımlısı diyelim. Yani hayattaki öncellerin başında görevler geliyor. Önce görevler yerine gelecek, ondan sonra rahat nefes alınacak. Bu nedenle de ne yazık ki hayatın çok güzel yanlarını kaçırdım zaman zaman. Çok basit bir örnek vereyim size; bahar ve sonbahar, doğanın en güzel dönemleridir. Ben yıllarca, diyelim ki bir otuz beş, kırk sene, koşuşturmaktan ne baharın geldiğini doğru dürüst anladım ne de sonbaharın kışa döndüğünü… Şimdi bu, Akıllı Kate’in akılsız yanıdır gerçekten. Fakat hep güvenilen bir insan oldum ve şu yaşımda bile insanlar hâlâ “Ayşegül Yüksel yapar” duygusunu yaşıyorlar ve bunu bana da hissettiriyorlar. Böyle tanınmak bana çok iyi geliyor.

Ayrıca önemli bir özelliğim de sanırım gençlerle barış içinde var olabilmem. Ergenlerle ve çocuklarla ya da yaşlılarla değil, ama genç insanlarla iletişim kurabiliyorum. Elli yıllık hocalığın sırlarından biri, bu olsa gerek. Çünkü sevgi olmadan mümkün değil eğitim işinin yapılması. Öyle derim hep: Çocukları, gençleri sevmiyorsanız öğretmen olmayın.

Tiyatro sanatına ulusal ve uluslararası alanda pek çok eser kazandırdınız. Shakespeare’den Beckett’e, klasikten postmoderne, dünya tiyatrosunu, Haldun Taner’den Melih Cevdet Anday’a, Genco Erkal’a Türk tiyatrosunu tanıyıp değerlendirmemizi sağladınız. Bu birikim ışığında, bugün ulusal tiyatromuzun durumu ve yönelmesi gereken hedefleri nasıl değerlendirirsiniz?

Zor bir soru. Ben, tiyatrocularımızın hazır malzemeyi, kotarılması kolay malzemeyi kullanmaya daha eğilimli olduğunu düşünüyorum. Kendilerini zora koşmuyorlar. Ne yapıyorlar? Yurt dışında ya da yurt içinde tutulmuş bir motif, tutulmuş bir konu, tutulmuş bir sanatçı varsa “Hah, tutulduğuna göre ben bu yapılanları yineleyebilirim.” diyor. Kötü bir özelliğimiz bu. Olanı yineleye yineleye yozlaştırmak ve yok etmek… Geleneksel tiyatromuz taklide dayanıyor ya, belki buradan gelen bir alışkanlık bu… Oysa biz ulusal tiyatro olarak “Ben yinelenmiş birtakım şeyler yaptım.” ya da “Benim yaptıklarım yinelendi, mutlaka yeni bir şey bulmalıyım.” demiyoruz. Yeni bir şey yapmak için kendimizi zorlamıyoruz. Yaratıcılıkta kendini zorlama işini yapan en önemli yazarlarımızdan biri Haldun Taner’dir. Haldun Taner, geleneksel tiyatro temelinden yola çıkan oyunlar yazmıştır, Türkiye’de devrim kabul edilen oyunlardır bunlar. Ama dikkatinizi çekiyorum, Taner’in hiçbir oyunu, bir öncekinin aynı kaynağa yönelmiş biçimi değildir. Taner, oyunlarını yazarken ya bir masala ya ortaoyununa ya meddaha dayanır ya da ortaoyununun çeşitli cephelerini farklı biçimde bir araya getirir ama bir yaptığını bir kere daha yinelemez. Haldun Taner’in yurt dışında tiyatro eğitimi gördüğünü biliyoruz; müthiş bir tiyatro görgüsü olduğunu biliyoruz.

Dahası, yazarlıkta ulusal tiyatromuzda -nasıl ifade etmeli bunu tam bilemiyorum- yenilenmenin doğru yönünü keşfetmiyoruz. Özellikle gençleri eleştirmek için söylüyorum bunu. Bir oyun sahneliyorlar mesela grup hâlinde; “Biz yepyeni bir şey yaptık” diyorlar. İlahi çocuk, sen daha önce neler yapıldığını inceledin mi? Gördün mü? Hayır. Sen bundan 35 yıl önce yapılmış bir şeyi yapıyorsun ve “Yeni bir şey yaptık.” diyorsun. Ne yazık ki, birikim eksikliği ve yeni bir şey yapmanın sadece sizin tekeliniz altında olduğunu düşünmek gibi bir kötü alışkanlığımız var. Bir başka deyişle, hem aşırı bir güvensizlik söz konusu ki “Aman, taklit edeyim de tutulsun” diye düşünülüyor, aynı zamanda da aşırı bir güven duygusu ya da “Ben kimsenin yapmadığı bir şeyi yapayım” duygusu egemen oluyor yazarlığa. İkisi de son derece zararlı ve ulusal tiyatromuz bunun acısını çekmekte.

Hocam, sizin değerlendirmeleriniz, eleştiri yazılarınız profesyonel hayatta özeleştiri yapmamızı, kendimize ayna tutmamızı sağladı. Özellikle genç eleştirmenler adına soruyorum, bir sahne yapıtının değerlendirmesinde Ayşegül Hoca ne tür kriterleri gözetiyor?

Eleştirmenlik bir çeşit yaratıcı yazarlık anlamına geliyor. (…)

devamı için ABONE OL